(Ehlisünnet Yolu)
Peygamberden sonra sosyal ve idari yönetim nasıl olacaktır? Yönetime kim geçecek ve nasıl geçecektir? Yönetme yetkisini kimden alacaktır? Nasların Peygamberden sonra yönetme konusunda önerisi nedir? Bu bağlamda doğruyu ve hakikati nasıl bulacaklardır. Peygamberimizin vefatından sonra bu konular, Müslümanları bir hayli yormuştur. Müslümanlar arasında doğruyu ve hakikati bulma konusunda, iki anlayış hâkim olmuştur. Sosyal siyasetle iktidar mücadelesini bir şekilde devam ettirmişlerdir.
Birincisi ehlibeyt anlayışıdır ki bunlara Şia da denilmektedir. Şia taraftar anlamına gelmektedir. Peygamberden sonra doğru yolun ehlibeyt imamların tarafında olduğuna inandılar. Bunlara Peygamber sülalesi de denilebilir. Hz. Ali, Hz, Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Zeynel Abidin gibi. Şialar, Peygamberden sonra doğruyu bulmak için ehlibeyt imamların safında yer almayı daha isabetli gördüler. Bu bağlamda Şia, doğruyu bulmak için, yönetenin ehlibeytten olması gerektiği ilkesini benimsediler. Ehlibeyt sevgisini toplumu bir arada tutmak için daha isabetli buldular. Duygusallığın hâkim olduğu bu anlayış, evladı resul soyunun kutsallığına inandılar. Ehlibeyt sevgisini, kutsallık anlayışını ve duygusallığı öne çıkararak bu kavramlara bir tür çimento görevi yüklediler. Sonuçta doğrunun bulunması için bu kavramlara yükledikleri anlamlarla sosyal siyasetlerini şekillendirdiler.
İkincisi ise ehlisünnet anlayışıdır. Peygamber masumdu, gerçek doğrunun tarafı idi. Peygamberden sonra. Peygamber gelmeyecektir. Peygamberden sonra kimse de kutsal değildir. Bütün insanlar eşittir. Ehlisünnet yolcuları, duygusallıktan uzak sosyal gerçekliği benimsediler. Peygamberden sonra doğruyu ve hakikati bulmak için ortak aklın işletilmesini esas aldılar. Doğruyu yakalamak için ortak aklı en isabetli yöntem olduğuna inandılar. Bu yöntem ise “EHLİSÜNNET VE’L-CEMAAT YÖNTEMİDİR.”
Ortak akıl, kolektif şuur ve müşterek hayır de denilen bu yöntem, sosyal ve idari hayatta olmazsa olmaz yöntemlerden biridir. Naslar, yönetimde şura prensibini benimsemiştir. Bu naslardan hareketle ehlisünnet yolcuları, Peygamberden sonra yönetimde ehlisünnet yönteminin hâkim olması gerektiğini savunmuşlardır. Duygusallıktan uzak, aklın önderliğinde ortak akılla alınacak kararların, doğruyu ve hakikati yakalamak için daha isabetli bir yöntem olduğuna inandılar. Ehlibeyt sevgisini kutsallaştırmayıp ortak akılla alınacak kararların daha isabetli yöntem olduğuna savundular.
Ehlisünnet yöntemi duygusallıktan uzak, Peygamberden sonra kutsal insan anlayışına son veren bir yöntem benimsenmiştir. İnsanlar duygusallıkları zaman zaman akıllarının önüne geçirebiliyorlar. Bugün ehlisünnetin algısı, Emevîler’den sonra bilinçli bir makas değişimine sokulmuştur. Niyetleri kötü değilse, basiret noksanlığı diyelim gitsin. Çocuğunu seven ana gece yatağında üzerine düşüp öldürmesi gibi. Sabahleyin ağlayan ana çocuğunu öldürmeyi düşünmemişti. Aynı şekilde bugün yanlış yollarda İslam aramak, İslam dünyasını ve geleceğimizi mahvetmiştir.
Bu duygusallık, kutsallcılık, lafızcılık ve şekilcilik, İslam dünyasını içinden çıkılamaz bir dağınıklığa sürüklemiştir. Müslümanların kurtuluşu ehlisünnet yöntemini iyi anlamakta yatmaktadır. Ehlisünnet yöntemi asli anlayışına irca edilmelidir. Bu da genel vahiy olan aklın pratiğe yansıtılmasıyla mümkün olabilir. Bu da ortak aklın doğruyu yakalamak için en isabetli yöntem olduğu açıktır. Gerçek doğruyu yakalamak için aşırı duygusallıktan uzak, sosyal gerçekliği dikkate alarak ortak aklın işletilmesi, tecrübe yöntemiyle ilerlenmesini gerekli kılmaktadır.
Ne yazık ki ehlisünnet kavramı da tren rayı gibi makas değişimine tabi tutulmuştur. Bugün ehlisünnet algısı öylesine değiştirilmiştir ki Fırat nehrini geri akıtmak gibi bu gerçeği insanımıza anlatmak da bir o kadar daha zorlaşmıştır. Bugün herkes kendinin ehlisünnet olduğunu iddia etmektedir. Peygamberin bir insan olarak yaşam tarzını ehlisünnet görenlerden tutun da günün şartlarına göre verdiği hukuki hükümlerini ehlisünnet görenlerinin yanında İslam dininin içtihat alanındaki içtihatlarını, Kur’an’ın pratiğinin uygulanmasını da ehlisünnet görenler vardır.
Hiç kuşkusuz dinin itikat, ibadet ve ahlaki ilkeleri üzerinde sünnetin varlığı hepimizi bağlamaktadır. Bu konu da zaten kimsenin itirazı da olmamıştır. Ancak İslam’ın içtihat alanındaki hukuki ve sosyal hükümlerinin ehlisünnet algısı, ortak akılla alınacak karar demektir. Bugün hemen her kurum, alanındaki uzman heyetle alacakları kararlar ehlisünnet yoludur. Peygamberimizin sosyal olayların çoğunda Sahabesiyle istişare etmiştir. Hemen her konuda ayet, “sosyal işlerde onlarla istişare edilmesini” emretmektedir. Desene meşveret, toplumsal hayatın ana unsuru olmuştur. Sûra ile icma, birlikte yaşamın temel prensibidir. Ehlisünnet, ortak akılla alınan kararlara herkesin uymasını zorunlu kılar.
Bugün İslam dünyasında “ehlisünnet algısı” ne kadar da yozlaşmıştır. Ehlisünnet denilince her kafadan bir ses çıkıyor. Herkes kendisinin ehlisünnet olduğunu iddia ediyor. Öyle ki bugün Müslümanların bir kısmı, kendilerinin ehlisünnet olduklarını diğer bir kısım Müslümanların ise ehlisünnet düşmanı olduklarını iddia ediyorlar. Desene bir kısmı Allah’ın has kulları diğer kısmı Allah’ın düşmanları gibi duruyor. Bu anlayışla Yahudilerin müzmin hastalığına tutulmuşlar insanlara benzemektedirler.
Bugün ehlisünnet algısı adeta yatağından / otağından ayrılmış sûni bir nehir gibi aktıkça akmaktadır. Oysa ehlisünnet, Resulullah’ın vefatından sonra doğrunun belirlenmesinde ortak aklın işletilmesidir. Ehlisünnet, Resulünden sonra hakikatin belirlenmesinde izlenmesi lazım gelen metodolojik bir ilkedir. Peygamberin pratik örnekliğinin ümmet tarafından sürdürülmesini ifade eder.
Farklı fırkalar için geliştirilen ehlisünnet ve’l cemaat bir tür siyasi ve resmi ideolojidir. Bunun için ehlibeytten birinin olması, masumiyeti doğuracağı ilkesinden ziyade, Peygamberin bıraktığı ümmetin ortak akılla gelecek nesle örnekliğini ifade eder. Ayetin ifadesiyle “Peygamber nasıl size örneklik teşkil ettiyse siz de ortak akılla alacağınız kararla gelecek nesle örneklik teşkil edersiniz” buyrulmaktadır. Demek ki ümmetin veya müçtehitlerin (alanında uzman olanların) ittifakı, nitelikli çoğunluğu veya salt çoğunlukla alınacak kararlar, sıratı müstakim yolu ehlisünnet yolu olmaktadır. Yoksa Peygamberin cübbe, sakal, misvak gibi günün şartlarının getirdiği şekilde düzenlemeler olmasa gerektir.
Ehlisünnet yolu, kâinata konulmuş yasal düzenlemelerin ortak akılla doğruyu ve hakikati yakalama mücadelesidir. Peygamberin yaşadığı hayat yoludur. Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu, alanında olabildiğince uzman heyet birliğinin, hukuki ve sosyal problemlerde müzakerelerden sonra aldıkları karara herkesin uyması zorunludur. Bugün diyanet mutlak müçtehit anlayışından vaz geçip alanında uzman, konunun yan dallarında uzmanların da iştirakiyle yapacağı müzakerelerde alacağı kararlar, ehlisünnet yolunun ilkesine uymaktır.
Hemen her kurumun akil insanlardan oluşan istişare heyetleri, Yargıtay ve Danıştayın yüksek kurul heyetleri, meclis, hukuk dairelerinin bir hukuki meselede ortak kararları, içtihadı birleştirme kararı görülmesi bir tür ehlisünnet yolunun tabi görüntüsüdür. Yoksa klasik dönemlerde yapılmış olan içtihat alanındaki ittifak kararları dahil, bireysel mezhep içtihatları, dönemlerinin problemini çözmüş olsalar da çoğunun günümüzün problemlerini çözemeyeceği de açıktır. İçtihatları nass gibi gören toplumlar zaten putçuluğa yolculuk başlatmış, kıyameti çoktan kopmuştur.
Sonuçta ehlisünnet, ümmetin ortak aklıdır. Orta yoldur. Klasik dönemdeki icma yoludur. Günümüzde dini ve dünyevi işlerde alınan ortak kararlardır. Herkes kendini ehlisünnet diye ifade ediyor. Kur’an ve sünnet yolunda olduğunu iddia ediyor. Kur’an ve Sünnet yolunda gitmiyorum diyen zaten yok ki… Sorun ehlisünnet kavramı içerisini nasıl doldurdukları ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Saygılarımla.